Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî’yi (öl. 1273) sevenler arasında, Abdurrahman Câmî’ye (öl. 1492) atfedilen Mevlânâ ve Mesnevî-i Şerîf’ini öven “Peygamber değildir ama kitabı vardır.” mazmunu ile meşhur olan bir beyit vardır. İran’da daha çok yaygın olan ve Câmî’nin beytiyle aynı anlamı taşıyan ve ilaveleri olan üç beytin ise, Bahâeddin Âmilî (öl. 1622) tarafından yazıldığı bilinmektedir. Bu beyitlerde Mesnevî’ye verilen “Farsça Kur’an” lakabı ve “bazılarını hidayete, bazılarını dalalete götüren” ibaresi dikkat çekmektedir. Bu beyitlerin içerikleri, Muhammed İkbal (öl. 1938) ve Muhammed Hüseyin Şehriyâr (öl. (...) 1988) gibi son asrın bazı büyük şairlerinin, Reynold Nicholson (öl. 1945) ve Annemarie Schimmel (öl. 2003) gibi müsteşrik yazarların eserlerinde de görünmektedir. Hz. Mevlânâ ise kendisini Kur’ân’ın kölesi ve Hz. Muhammed’in (s.a.v) yolunun toprağı olarak tanıtmış ve anılan beyitlerin ima edebileceği gibi hiçbir zaman peygamberlik iddiasında bulunmamıştır. Ârif şair Mesnevî’nin çeşitli yerlerinde Kur’ân’ın vasıflarını, emir ve nehiylerini, evrensel mesajlarını ve ayetlerin üzerinde tefekkür etmenin önemini serdetmiştir. Kur’ân’ı daha iyi ve doğru kavrayabilmek için neler yapılmalıdır açıklamış ve yöntemler sunmuştur. Kur’ân’daki bazı hikâyeleri tekrar anlatmış ve detaylandırarak şerh etmiştir. Hz. Peygamber efendimizin yüce makamını övmüş, başka peygamberlerin hikâyelerini, onlara gösterdiği saygıyla aktarmıştır. Hz. Mevlânâ ve Mesnevî-i Şerîf methiyesi olarak söylenen şiirlerdeki tanımlar, bir taraftan Mesnevî’nin dibacesinde Mevlânâ’nın kendi kaleminden çıkmış “Bu Mesnevî kitabıdır ve dinin asıllarının asıllarının asıllarıdır.” cümlesinden esinlenmiş olabilir. Mevlânâ bu mukaddimede eserini Kur’an sıfatlarıyla tavsif etmiş ve onun Allah tarafından korunduğunu söylemiştir. Mesnevî şârihi olan İsmail Ankaravî’nin, “Mesnevî Kur’ân ve Hadis tefsirlerinden meydana gelmiş mecmau’l-bahreyndir.” ifadesi de bu konuyu izah etmektedir. Mesnevî’de belirgin bir şekilde ayetlerin şerhi veya ayetlere yönelik telmihler geçmektedir. Toplam iki bin iki yüzü aşkın yerde ayetlere atıf mevcuttur. Bu da Mesnevî’nin Kur’ân’ın bir tür tefsiri olabileceğini işaret etmektedir. Başka bir açıdan bakıldığında, Mesnevî ile Kur’ân arasında çeşitli yazılış ve biçim benzerlikleri kurulabilmektedir. Mesnevî’nin de Kur’ân gibi bir emirle başlaması, bir ilham (vahiy) ürünü olması, başlangıcında tüm kitabın özetinin geçmesi, anlatım şeklinin genelde hikâye ve temsillerle olması, suretten manaya geçip anlaşılması için şerh ve tefsire ihtiyaç olması vb. birçok müşabih veçheleri vardır. Bu bakımlardan, Mesnevî peygamber olmayan biri tarafından Farsça Kur’ân’a benzetilmiştir denilebilir. Bu çalışmada önce bu nitelemenin çıkma ve kullanma serüveni takip edilecek, sonra Mevlânâ’nın Kur’ân hakkındaki görüşleri, Mesnevî’de Kur’ân’ın yeri, Kur’ân ve Mesnevî’nin ortak yönleri ele alınarak neden bu büyük şair ve yazarlar tarafından Mesnevî’ye Farsça Kur’ân denildiği açıklanmaya çalışılacaktır. (shrink)

As ıl adı Ebû Muhammed Abdullah b. Muhammed b. Yusuf b. Abdulmennan El-Hilmi el-Amasi’dir. Daha çok Yusuf Efendizade lakabıyla tanınmı ş tır. 18.yüzyılda ya ş amı ş bir osmanlı alimidir. Osmanlı devletinde kıraat ilminin geli ş mesinde büyük payı vardır. Kıraat sahasında çok sayıda önemli eserler telif etmi ş tir. Dönemin karakeristik özelliklerini yansıtması bakımından en önemli çalı ş malarından birisi de “er-Rediyyetü li’d-Dâd el-Mu’ceme” adlı risalesidir. Bu çalı ş masında saçaklızade diye bilinen el-Mera’ ş i’ye dâd harfinin okunu ş (...) u hakkında cevap vermi ş tir. Saçaklızade’nin “keyfüyetü edai li’d-dâd” adlı risalesi osmanlı alimleri arasında büyük bir polemi ğ e yol açmı ş tır. Bu meyanda kendisine dönemin büyük kıraat âlimlerinden reddiyeler gelmi ş tir. Ş eyhü’l-Kurra müessesinin temsilcil ğ ini yapan Yusuf Efendizade dâd harfini kıraat, tecvid, fıkıh, tefsir ve dil ilimlerine göre de ğ erlendirerek ilmi bir risale yazmı ş tır. Makale, Reis’ul-Kurra Yusuf Efendizade’nin bu risalesini kıraat ilmine bir katkıda bulunmak üzere tahkikli metniyle birlikte sunmayı hedefler. (shrink)

Bu makale, Osmanlı siyaset düşünce geleneğinde fazilet temelli kendine has ılımlı bir siyasî realizmin var olduğunu savunmaktadır. Günümüz siyasî realizm literatürü ve Osmanlı fazilet ahlâkına dayalı karşılaş- tırmalı metotla, siyasetin mahiyeti ve insanın doğasına dair realist unsurları teşhis etmeden Osmanlı siyaset düşüncesinde ahlâkî argümanların siyaseti, devlet fikrini ve kurumları nasıl inşa ettiğini anlayamayacağı- mızı iddia ediyorum. Osmanlı fazilet ahlâkı geleneğinde ahlâkın her şeyi kapsadığına dair kanının aksine siyasetin mahiyeti itibariyle tekil, değişken, ahlâktan bir ölçüde bağımsız bir gerçeklik olarak anlaşıldığını gösteriyorum. (...) Bununla bağlantılı olarak Osmanlı siyaset düşünce geleneğinde fazilet ahlâkından gelen in- sanın acziyeti anlayışının, siyasî aktörleri ve eylemleri değerlendirmede onu realist yapan unsur olduğunu ifade ediyorum. Son olarak ahlâkın kapsamı ve siyasetin mahiyetini (gerek birbirleriyle olan ilişkileri açı- sından gerekse de birbirlerinden bağımsız olarak varlıklarını) açıklamada tümeller probleminin nasıl bir rol oynadığına işaret ediyorum. Tümeller probleminin siyaset ve ahlâk arasındaki karmaşık ilişkiye dair getirdiği analitik ayrımları ılımlı siyasî realizmin kaynağı olarak sunuyorum. (shrink)

En la larga historia de la recepción de la filosofía crítica, Heidegger ocupa un lugar singular: más querecibir, intercepte la mirada y las problemáticas kantianas, que así ganan un contexto de sentido muy preciso pero distinto del suyo originario. Después de deshacer el principal equívoco ligado a la interpretación de este encuentro de miradas, se explicite la decisión hermenéutica heideggeriana y sus consecuencias tedricas más iniportantes.Dic ausgezeichnete Stelle Heideggers bei dei Gescluichte dei Rezeption dar kritischen Philosophie hat sein Cjrund darin, (...) dalA es sich dabei nicht um eme schlichte Rezeption handelt, sondern vid mehr mu das Abfangen cines Denkblicks durch cinen anderen, woznit der Erster in cm Kontext gelangt, das ibm von seiner Urrichtungablenkt. Von ciner “objektiveren” oder gar “subjektiveren” Kantauffassung Heideggers ist es aber nicht dic Rede, da dic hermeneutische Entscheidung Heideggers sich nur allmáhlich ini Gang seines Denkwegsvollzieht und dic eigentliche Auslegungsziele erreicht. (shrink)

This work argues that at populism's core is a rejection of pluralism. Populists will always claim that they and they alone represent the people and their true interests. Müller also shows that, contrary to conventional wisdom, populists can govern on the basis of their claim to exclusive moral representation of the people: if populists have enough power, they will end up creating an authoritarian state that excludes all those not considered part of the proper "people." The book proposes a number (...) of concrete strategies for how liberal democrats should best deal with populists and, in particular, how to counter their claims to speak exclusively for "the silent majority" or "the real people." - Provided by the publisher. (shrink)

Guidelines for an ideal Islamic society and the responsibilities of Muslim according to Islamic teachings.

Faith and reason--Islam; Human beings--philosophy; Faith--philosophy; Islamic philosophy.

Plant‐specific NAC transcription factors (TFs) evolve during the transition from aquatic to terrestrial plant life and are amplified to become one of the biggest TF families. This is because they regulate genes involved in water conductance and cell support. They also control flower and fruit formation. The review presented here focuses on various properties, regulatory intricacies, and developmental roles of NAC family members. Processes controlled by NACs depend majorly on their transcriptional properties. NACs can function as both activators and/or repressors. (...) Additionally, their homo/hetero dimerization abilities can also affect DNA binding and activation properties. The active protein levels are dependent on the regulatory cascades. Because NACs regulate both development and stress responses in plants, in‐depth knowledge about them has the potential to help guide future crop improvement studies. (shrink)

A translation of the essay ‘On Promethean Shame’ by Günther Anders with a comprehensive introduction and analysis of his work.

Bourdieu carved out a distinctive analytical niche for his reflexive sociology. His epistemological tool of field analysis, sometimes coupled with statistical correspondence analysis, is particular...

Theosophy - Or, Psychological Religion is an unchanged, high-quality reprint of the original edition of 1898. Hansebooks is editor of the literature on different topic areas such as research and science, travel and expeditions, cooking and nutrition, medicine, and other genres. As a publisher we focus on the preservation of historical literature. Many works of historical writers and scientists are available today as antiques only. Hansebooks newly publishes these books and contributes to the preservation of literature which has become rare (...) and historical knowledge for the future. (shrink)

A speed-accuracy trade-off (SAT) in behavioural decisions is known to occur in a wide range of vertebrate and invertebrate taxa. Accurate decisions often take longer for a given condition, while fast decisions can be inaccurate in some tasks. Speed-accuracy tactics are known to vary consistently among individuals, and show a degree of flexibility during colour discrimination tasks in bees. Such individual flexibility in speed-accuracy tactics is likely to be advantageous for animals exposed to fluctuating environments, such as changes in predation (...) threat. We therefore test whether individual speed-accuracy tactics are fixed or flexible under different levels of predation threat in a model invertebrate, the bumblebee Bombus terrestris. The flexibility of speed-accuracy tactics in a foraging context was tested in the laboratory using a ‘meadow’ of artificial flowers harbouring ‘robotic’ crab spider predators. We found that while the ranking of bees along the speed and accuracy continuums was consistent across two levels of predation threat, there was some flexibility in the tactics used by individual bees – most bees became less accurate at colour discrimination when exposed to predation threat when flower types were rewarding. The relationship between decision speed and accuracy was influenced by predator detectability and the risk associated with making incorrect choices during the colour discrimination task. Predator crypsis resulted in a breakdown in the relationship between speed and accuracy, especially when making an incorrect floral choice incurred a distasteful quinine punishment. No single speed-accuracy tactic was found to be optimal in terms of foraging efficiency under either predation threat situation. However, bees that made faster decisions achieved higher nectar collection rates in predator free situations, while accurate bees achieved higher foraging rates under predation threat. Our findings show that while individual bees remain relatively consistent in terms of whether they place greater emphasis on speed or accuracy under predation threat, they can respond flexibly to the additional time costs of detecting predators. (shrink)

Was genau sind eigentlich Emotionen und wie unterscheiden sie sich voneinander und von nichtemotionalen Zuständen? Wie entstehen Emotionen? Setzen sie Kognitionen, insbesondere Überzeugungen oder Gedanken, voraus und wenn ja, welche? Gibt es auch nichtkognitive Wege der Emotionsentstehung und wenn ja, welche Bedeutung haben sie? Gibt es unbewusste Emotionen? Welche Funktionen haben die Emotionen – wozu sind sie gut, welche Rolle spielen sie im psychischen System? Wie kann die Erlebensqualität von unterschiedlichen Emotionen, zum Beispiel Freude und Furcht, erklärt werden? Sind die (...) Emotionsmechanismen in der Evolution entstanden oder sind zumindest einige davon oder bestimmte Komponenten davon erlernt? Wie sieht der angeborene Teil des emotionalen Systems genau aus? Was ist der Unterschied zwischen emotionalen Reaktionen auf reale und fiktive Ereignisse, zwischen »Realemotionen« und »Fantasieemotionen«? Wie verhalten sich Emotionen zur Sprache? Wie ist die Beziehung zwischen dem Alltagsverständnis von Emotionen und wissenschaftlichen Emotionstheorien, zwischen Alltagspsychologie und der wissenschaftlichen Psychologie bzw. Philosophie? Dies sind einige der Fragen, die in diesem Band aus philosophischer und psychologisch-kognitionswissenschaftlicher Sicht erörtert werden. Dabei findet sich eine überraschend hohe Übereinstimmung zwischen den Autoren. Einig sind sie sich auch darin, dass die Fragen der Emotionsforschung am besten in interdisziplinärer Zusammenarbeit gelöst werden können. (shrink)

‘Jürgen Habermas’, wrote the American philosopher Ronald Dworkin on the occasion of the great European thinker’s eightieth birthday, ‘is not only the world’s most famous living philosopher. Even his fame is famous.’ Now, after many years of intensive research and in-depth conversations with contemporaries, colleagues and Habermas himself, Stefan Müller-Doohm presents the first comprehensive biography of one of the most important public intellectuals of our time. From his political and philosophical awakening in West Germany to the formative relationships with Adorno (...) and Horkheimer, Müller-Doohm masterfully traces the major forces that shaped Habermas’s intellectual development. He shows how Habermas’s life and work were conditioned by the possibilities offered to his generation in the unique circumstances of regained freedom that characterized postwar Germany. And yet Habermas’s career is fascinating precisely because it amounts to more than a corpus of scholarly work, however original and influential that may be. For here is someone who continually left the protective space of the university in order to assume the role of a participant in controversial public debates Ð from the significance of the Holocaust to the future of Europe Ð and in this way sought to influence the development of social and political life in an arena much broader than the academy. The significance and virtuosity of Habermas’s many writings over the years are also fully and expertly documented, ranging from his early work on the public sphere to his more recent writings on communicative action, cosmopolitanism and the postnational condition. What emerges from this biography is a vivid portrait of one of the great public intellectuals of our time Ð a unique thinker who has made an immense and lasting philosophical contribution but who, when he perceives that society is not living up to its potential for creating free and just conditions for all, becomes one of its most rigorous and persistent critics. (shrink)

Political sociology; political ethics; Iraq.

A comprehensive biography which covers Adorno's life, work and times: from childhood, through to his student years, his years in emigration, his return to post-war Germany, his time in Frankfurt, his role as a public intellectual, and his ...

Maudoodi, Syed Abul ʻAla, 1903-1979; philisophy.

Im gegenwärtigen ethischen Diskurs um Menschenrechte nimmt der Fähigkeitenansatz von Martha Nussbaum eine prominente Stellung ein. Er verspricht, eine überzeugendere Antwort mit Blick auf die Herausforderungen universaler Normen zu geben als andere. Doch gelingt ihm dies? Was zeichnet ihn aus? Und was kann er zu aktuellen gesellschaftlichen Kontroversen beitragen? Vor dem Hintergrund der anhaltenden Diskussion um Frauenrechte und Religionsfreiheit, die sich z.B. in der Burka-Debatte konkretisiert, zeichnet Cornelia Mügge Nussbaums Argumentation detailliert nach und diskutiert, wie sie den Herausforderungen von Geschlecht (...) und Religion begegnet. Es lohnt sich, so ihr Plädoyer, Nussbaums Ansatz in der Menschenrechtsdebatte stark zu machen, wenngleich das Universalitätskonzept weiterentwickelt werden sollte. (shrink)

Anhand von zwei zentralen Schriften Hans Blumenbergs - den Paradigmen zu einer Metaphorologie (1960) und der Arbeit am Mythos (1979) - widmet sich der Band einer Relekture der ausgefeilten gedanklichen wie sprachlichen Verfahrensweisen, die der Philosoph zumeist unkommentiert zum Einsatz bringt. GEfragt wird damit nicht nur nach den spezifischen Darstellungsmitteln der Texte und dem Verhaltnis, das diese zu den verhandelten Themenkomplexen unterhalten, sondern auch, inwiefern deren reichhaltiges Arsenal an Denk- und Ausdrucksweisen gegenwartig Anschlussmoglichkeiten fur kulturanalytische Fragestellungen bereithalt. Die Beitrage stammen (...) von: Thomas Ballhausen, Eckhardt Kohn, Sebastian Lederle, Oliver Muller, Wolfgang Muller-Funk, Mauro Ponzi, Vahidin Preljevic, Matthias Schmidt, Tanja Veverka, Luca Viglialoro und Rudiger Zill. (shrink)